“Ve meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç (hepsi) secde ettiler.

O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu” (Bakara 34) âyeti ile şeytanın emre uymaması ile başlayan ve şeytanın, bu emre uymamasının nedeni olarak: “(Allah) dedi: ‘Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?’ (İblis) Dedi ki: ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” (A’raf 129) sözü ile karşılık vermesiyle başlamıştır.

KAST

Âdem ve Havvâ, şeytan’a uydukları anda, heveslendikleri bu ayrıcalık ve düştükleri yanlış, daha sonra Hâbil-Kâbil mücâdelesiyle devâm etmiştir bu süreç. Kâbil, bir ayrıcalık elde etmek için kardeşi Hâbil’i öldürmüş ve bu iş böylece süre-gelmiştir.

Plâton’un “Devlet”inde de görülen kast sistemi, doğuştan bâzılarının daha ayrıcalıklı olmasını söyleyen sûni bir sistemdir. Sûnidir, çünkü insanlar tarafından ortaya atılmıştır. Allah ve vahiy-merkezli değildir. İnsanların bir kısmına ayrıcalık ve imkân tanımak ve bu imkânı ve ayrıcalığı sonsuza kadar korumak için ortaya atılmış ve bâtıl dînî inançlarla desteklenmiş bir zulüm sistemidir.

Bu sistem her zamanda, her mekânda ve coğrafyada devâm ede-gelir. Modern zamanlarda da geçerli olan bir sistemdir.

Bir yazıda şöyle denir:

“Doğuştan bâzılarının daha şanslı olması, onlara doğrudan sermâye ve/veyâ en iyi okullarda okuyup kendilerini geliştirip diploma sâhibi olmalarına imkân sağlarken, kimi insanların en doğal insânî haklarını bile elde edemiyor olması ve kendi gelecekleri ve hattâ çocuklarının gelecekleri hakkında umutlarının tükenmesi, aslında ders kitaplarında görüp de sâdece Hindistan’da olduğunu zannettiğimiz kast sisteminin, modernize edilmiş bir hâli içinde yaşadığımızın resmini gözlerimizin önüne sermiyor mu?”.

Kast sisteminde gruplar şu şekilde ayrılır:

Brahmanlar: Entelektüel bir tabakadır. Kutsal yazıları (Veda) yorumlayan kişilerdir. Bilginler ve râhipler bu tabakada yer alır.

Kshatriyalar: Askerler, prensler ve üst-düzey mêmurların oluşturduğu bir tabakadır.

Vaişyala: Tüccarlar, toprak-sâhipleri ve çiftçiler)

Şudralar: İşçiler ve köleler

Bu dört kategorinin en altında ‘dokunulmazlar’ yer alır. Jatiler ise kast sıralarının örgütlendiği toplumsal gruplardır.”.

Günümüzde yâni modern zamanlarda da kast sitemi Dünyâ’nın her yerinde modern biçimde geçerlidir.

Bu sistem sâdece reenkarnasyon ile değil, yeni dinsiz ideolojilerle de normâlleştirilmeye ve haklılaştırılmaya çalışılmaktadır. Küreselleşme, kapitâlizm, liberâlizm, demokrasi, serbest piyasa, reel-politik denilen çıkar politikası, individüalizm denenbireycilik gibi modern pozitivist ideolojiler-düşünceler de kast sistemini destekleyen düşünce sistemleridir.

Ülkeler arasındaki mevcut yapıyı koruyan ve sürdüren uluslar-arası kast sistemi de vardır.

Selçukluların kast sistemini benimsemiş ve uygulamış olmaları islâm’ı tam anlamıyla idrâk etmemelerinden kaynaklanmıştı.

Zîrâ İslâm, insanlar arasında eşitlikten bahseder ve üstünlüğün sâdece takvâda olduğunu söyler.

Hattâ İslâm’daki bu eşitlik, rızk konusunda “mutlak bir eşitlik” şeklindedir.

Kast sistemi “mutlak kadercilik”tir.

Zîrâ kast sistemine göre insan doğduğu durumu korumalı ve onu değiştirmeye kalkmamalıdır.

Tabi bu durum eleştiri, îtirâz ve isyânı blôke eder ve unutturur.

Çünkü bir eleştiri-îtirâz-isyân süreciyle yâni bir devrim ile mevcut durum çok kolay değişebilir ve hattâ alttakiler üste, üsttekiler de alta geçebilir.

Fakat İslâm’a göre bu da, “kast sistemini tersine çevirmek” demek olacağından,İslâm’a göre; alttakiler üste, üsttekiler de alta geçtikten ve -ibret için- kısa bir süreliğine böyle devâm ettikten bir-süre sonra terâzi hemen-hemen orta yerde karar bulmalıdır.

Yâni kast=eşitsizlik ortadan kalkmalıdır.

Kast sisteminde bir de Parya’lar vardır ki kast sistemine dâhil bile edilmezler.

Onlarla karşılaşmak bile rezâlettir onlara göre. “Dokunulmazlar” olarak adlandırılırlar. İnsanlığın en aşağı tabakasında yer alırlar.

Modern dünyâda da işsizler, evsizler, kör-topal ve hastalar böyle görülüyor.

İslâm’da ise doğal ve normâl olan sınırlı ve küçük farlılıklar hâricinde böyle ayrıcalıklara yer yoktur ve bu farklar bir ömür-boyu böyle gitmek zorunda değildir.

Kişinin gayretine göre yetenek kazanması, farklı ve iyi bir yere gelmesine müsâittir. Müslümanlar içindeki mevcut aşırı farklılıkların “kader” söylemiyle üstünü örtmek yanlıştır.

Allah her insanın Rabbidir ve Allah kimseye zulm etmez.İnsanlar farklı yetenekte yaratılmışlardır ama bu farklılıklar ayrıcalıklara sebep olamaz.

İslâm’daki kader inancı “üst-sınıfın işine gelen kader anlayışı” gibi değildir. İslâm zâten böyle bir sistemi yıkmak için gönderilmiş bir dindir.

Müslümanlar böyle bir sistemi yıkmak için mücâdele etmişlerdir ve Kur’ân da bir-çok âyetinde bu durumun yanlışlığı ifâde edilir ve bu sistemin değişmesini emreder:

“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmaktır.

“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; (fakat) üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler.

“Ey îmân edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) râhiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele” (Tevbe 34).

Fakat İslâm’ın ve Kur’ân’ın sözüne uymayanlar, kendilerinde bulunan mevcut ayrıcalıkların bozulmasını istemiyorlar ve bu durumun sürmesi için ellerinden gelen her-şeyi yapabiliyorlar.

Bu uğurda; anasından süt emen çocuğun bombalanarak ölmesine, insanların aç-susuz kalmasına, her türlü çirkefliğin ve şerefsizliğin ayyuka çıkmasına bile ses çıkarmıyorlar ve bu sistemin işleyişine destek oluyorlar.

Bu kişilerin her alanda ayrıcalıkları mevcut; evleri, işleri, yedikleri-içtikleri-giydikleri, konumları..

Pasaportları bile özel. Hukukta da ayrıcalıkları var.

Bir suçu gariban işlediğinde hapse giriyor ama ayrıcalıklı olanlar işlediğinde girmeyebiliyor.

Ülkede-mecliste sâdece onlar hüküm-sâhibi oluyor.

Çünkü o konuma gelebilmek için bile bir “ayrıcalık”, bir sermâye gerekiyor.

Bu ayrıcalıklar insanların sayısı kadar çoktur.

İşte bu adâletsiz sisteme “dur!” diyebilecek olan tek adâlet sistemi İslâm’dır. İslâm Dîni’dir.

Bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet süreci ancak, bu mevcut durumu alaşağı edip değiştirebilir.

Aynen; Hz. Yûsuf, Mûsa, Dâvud, Süleyman ve Hz. Muhammed zamanlarında olduğu gibi.

Bu mevcut zulüm sistemlerini (kast) yıkmak, Kur’ân’ın emri olduğu gibi, aynı zamanda peygamberlerin de sünnetidir.

banner69
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner27

banner71

banner76

banner171

banner5

banner70

banner75